2025Ahmet ÖrsHaberlerManşet

Hakikatsizlik ve Sömürü Batağından Çıkmak Temel Önceliğimiz Olmalı

Genel Başkanımız Ahmet Örs, Independent Türkçe için Naman Bakaç’ın yürüttüğü “Eğitim sisteminin yapısal sorunları ve çözümler soruşturması”nı cevaplandırdı:

Eğitimin, kavramsal ve pratik bakımlardan eleştirisi yapılmadan bu kritik meseleye dâhil olmak, değerlendirmelerde her zaman mühim boşluklar bırakacaktır. Yasa gereği “eğitim” adını zorunlu olarak üzerinde taşımak durumunda kaldığımız doğrudur ancak bu, hakikati ifade etmemize mâni olmamalıdır.

İnsanları “eğerek” boyun eğmeye zorlayan malum süreçlerin insanın özgürleşmesi önündeki temel sistematik engel olduğu tespitini yaptıktan sonra uygulamadaki birtakım sorunları tartışmak eleştirilecektir ve bu muhakkak haklı bir eleştiri olacaktır.

Eğitimin kendisini sorunsallaştırdıktan sonra uygulamanın çözümlenmesi bahsinde kanaatlerimizi muhataplarımıza sunabiliriz. “Bildiğimiz Kemalizm” sonrası dönemde katı ideolojik tutumun gevşemiş olduğuna dair yanıltıcı tezlere teslim olmamak gerekiyor. Birincisi, aydınlanmacı zihniyetin dayatıcı ideolojisi olan Kemalizm’den sonra piyasacı zorbalık gelmiştir ve bu tahakkümcü kapitalist işleyiş de nihayetinde dayatıcı bir ideolojidir. Her ikisinin sahte tanrısallıklarını örten dinî sos, hakikatin belirsizleşmesini amaçlamıştır, o kadar. Bu büyücülük de AKP marifetiyle başarılmıştır. Bu notu, hakikatin beyanı hususunda tarihsel bir sorumluluk olarak düşmeliyiz.

Ülkede eğitimi sistematize eden paradigma, çelişkili hatlar barındırıyor gibi görünse de yazımızın başında savunduğumuz tezle tamamen uyumludur. Kapitalist çerçeveye dâhil olma sürecini “Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi”ni referans alarak şekillendirilen “Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi” ile yürütmeye çalışan eğitim mekanizması, en nihayetinde Kemalist paradigmanın aydınlanmacılıktan mütevellit ırkçı, militer, faşizan ilkeleriyle biçimlenmiş ve epeyce de yaş almış “Milli Eğitim Temel Kanunu”na istinat eder.

Şu hâlde tablo netleşmiştir: Aydınlanmacı ideolojinin yerel zemininden tümüyle kopamayan, bir yandan güçlü bir şekilde sermayeye meftun ve bunun tabii neticesi olarak 24 Ocak kararlarıyla ete kemiğe bürünen neoliberal politikaların emir eri olmaya gönüllü AKP iktidarının İslam’ı tevhîdî ilkelerinden kopararak rıza üretiminde kullandığı son çeyrek yüzyılda eğitim mekanizması eleştirel yaklaşımlardan, mezkûr aktör marifetiyle korunaklı bir alana çekilmiştir. Dindar kitleler bu bağlamda nev zuhûr “yerli ve milli” dini/manevî kimlik inşa rüzgârında bu temel gerçeğe odaklanamamış, bu sûretle hakikate yabancılaştırılmıştır. 28 Şubat’ın bu çerçeveyi besleyen plân ve hatıraları dindar kitlelerin duruşunu elbette alabildiğine etkilemiş ve egemen işleyişe serbest bir hareket alanı açmıştır.

İkinci uygulama yılına başladığımız Maarif Modeli de işaret etmeye çalıştığımız bu tablo ile tamamen uyumludur, oradaki niyeti pekiştirmektedir.

Maarif Modelinde kavramaya, düşünce ve tez üretimine dönük müspet adımlar görülebilir. Bu hususta uzun yıllar boyunca müşteki cephede yer alan pek çok öğrenci ve öğretmen için bu, hiç şüphesiz “sistem içi”nde iyi bir gelişmedir. Bununla birlikte başından itibaren çizdiğim çerçeve, bu program için de fazlasıyla geçerlidir ve Türk-İslam sentezi olarak ortaya çıkmış dini kimliğin “değerler eğitimi” altında müfredata yedirildiğini görürüz.

“Değerler”in egemen güç tarafından “eğitim” yoluyla pratikleştirildiği bir vasatta kaçınılmaz olarak kendini gösteren faşizanlık, milyonlarca gencin kararan hayatlarını gizlemekte yine de yeterli olamıyor. MESEM sömürüsünde can veren çocuklarla sarsıcı bir şekilde örneklenen kıyıcı işleyiş; maarif, değerler, Türk-İslam sentezi, teknoloji ve savaş araçları fetişizmi ile perdelenmek isteniyor ancak güneş, tabii ki balçıkla sıvanmaz!

Her türlü eşitsizliğin çılgın düzeylerde arttığı, geniş halk kitlelerinin bırakalım yoksulluk sınırını açlık sınırının oldukça altında bir köleliğe mahkûm edildiği bir vasatta dinin ve eğitim süreçlerinin hakikati örten perde/büyü tesiriyle tasarımlanması tabiidir, egemen sınıfların geleneğiyle uyumludur.

Maarif Modelindeki görece olumlu düzenlemelerin derinlikli özgür ve eleştirel menzillere varmasının önü ideolojik muhasara ve sermaye meftûniyeti ile kesilecek biçimde yapılması, deveran edenin yine deveran ettiğinin kanıtıdır!

Nitelikli bir düzen eleştirisinden yoksun oluşumuz, bu hakikatlerin gündemleşmesinin önüne geçiyor. Yoksulluk ve çaresizliğin insanları liyakatsizlik rejimine koşar adım sürüklediği ülkede sistemi ya kutsayan ya aldatıcıların propagandalarına kanan ya da muhalefeti yanlış zeminlerde kurgulayan çevreler/zihniyetler yüzünden nitelikli bir muhasebe ortamı ve onun neticesinde hakikatten neşet eden ve hâkim paradigmayı alt üst edecek özgürleşmeci bir halk pedagojisi tasarlanamıyor.

Bir şekilde “sistem içi”nde çırpınıp dursak da bulunduğumuz zeminlerde hakikatin, adaletin boy vermesine; çabalarımızın ezilenlerin, yoksulların, hürriyeti gasp edilenlerin sesi-soluğu olmasına vesile olabiliriz; gerçeğe tekabül etmeyen meselelerin içinde kaybolmayız. En azından eğitim iş kolu sendikalarında örgütlenen ve okuma-yazma faaliyetlerine katılım imkânı nispeten yüksek kişilerin bu mevzularda düşünce ve tavır üretmesini bekleriz ancak bu beklentimizi karşılamaktan uzak bir çoraklıkla karşı karşıya bulunduğumuz da bir gerçek!

Kaynak: indyturk.com

Bir yanıt yazın