“Misafirlik” Söylemi Mültecilere Temel Haklarını Vermemek İçin Kullanılan “Yumuşak” Bir Dil Oldu
SAĞLIK İLKE-SEN ve EĞİTİM İLKE-SEN’in birlikte düzenledikleri ve Dr. Fatma Örgel ile Av. Abdülhalim Yılmaz’ın konuşmacı olarak iştirak ettikleri “Sağlık Problemleri ve Hukuk İhlalleri Karşısında Mülteciler” başlıklı program Av. Mehmet Ali Başaran’ın moderatörlüğünde 09 Kasım 2019’da yapıldı. Oturumdan bazı notlar şu şekilde:
Dr. Fatma Örgel:
- Mültecilik dünyadaki “insani yardım” hususlarının başında geliyor. 2018 UNHCR verilerine göre dünyada 65.6 milyon insan yerinden edildi ve bu insanların 22.5 milyonu mülteci.
- Dünya’da en çok mülteci bulunan ülkeler Türkiye, Pakistan, Lübnan, Ürdün, İran, Sudan gibi ülkeler. Türkiye’de kayıt altında bulunan 3.7 milyon gayri resmi olarak 5 milyon civarında mültecinin bulunduğu belirtiliyor. Düşünün bu kadar mültecinin olduğu bir ülkede bir “Göç Bakanlığı” bile yok.
- Göç krizlerinde ilk 3-4 yıl akut dönem olarak kabul edilir. Türkiye’nin ilk 3-4 yılda, akut krizi yönetmekte görece başarılı olduğu söylenebilir fakat 4-5 yıl geçtikten sonra artık ayağa kaldırılıp topluma entegre edilmesi gereken insanlar uzamış bir misafirliğin mağduru olmaya başladılar.
- Misafirlik söylemi de mültecilere temel haklarını vermemek için kullanılan “yumuşak” bir dil oldu.
- 7-8 yıldır buradan olan ve halen insani yardıma muhtaç şekilde yaşayan, temel haklarından yoksun insanlarda ciddi “kronik stres sendromları” gelişiyor. Ayrıca entegrasyonun başarısız olması gettolaşmaya, kaçak işçiliğe, emek sömürüsüne, çocuk istismarına ve benzeri bir sürü soruna neden oluyor.
- Sağlık bahsine gelelim. “Geçici Sığınmacı” kimliği olmayan hiçbir sığınmacı Acil Servis Hizmetleri ve Enfeksiyon Hastalıkları dışında hiçbir sağlık hizmetini alamıyor. Kronik Hastalığı olan pek çok hasta tedaviye erişemiyor. Bu insanlar bir yandan da çalışan insanlar, yerlilerin çalışmayacağı işlerde ve çalışmayacağı ücretler çalışıyorlar, en temel sağlık hakkına erişemiyorlar.
- Geçici Sığınmacı kimliği olanlar ise kayıtlı bulundukları şehirlerde sağlık hizmetinden yararlanabiliyor. Bu aileler birleştikçe sorun oluşturuyor. Çocuklar ve ebeveynler ya da eşler ayrı şehirlere kayıt edilmiş olabiliyor.
- Aşılar konusunda bilinçliler, genelde bu konuda bir sorun yaşanmıyor, çocuklarını kendileri getiriyorlar aşılamaya. Ayrıca bakanlıkta sokakta aşılama programları başlattı.
- Doğum oranları normal popülasyona göre yüksek, evet, fakat bu olağan bir şey savaş görmüş, yoğun stresten çıkmış popülasyolarda sıklıkla gözlenen bir şey. Avrupa’da 2. Dünya Savaşı’ndan sonra “Baby Boom” (Nüfus Patlaması) oluyor.
- Doğumda temel sorunlardan biri doğum öncesi kontroller için Suriyeli doktorların merdiven altı kliniklerini tercih ediyorlar. Sadece doğum anında hastanelere geliyorlar. Bu hem personel hem de hasta için ciddi bir zorluk.
- Bir diğer sorun bu insanlar yoğun bir ekonomik sömürüye maruz kalıyor ve bunu kalabalık ve dar evlerde yaşamalarına neden oluyor. Bir göz evde 10-15 kişi, birkaç aile yaşıyorlar. Bulaşıcı hastalıkların tedavisini ve kontrolünü zorlaştıran bir durumdur bu. Aynı zamanda mahremiyet algısını kaybediyorlar. Çocuk istismarları, 18 yaş altı gebelikler artıyor.
- 7-8 yıldır sürekli göç eden ve eğitim alamamış çocuklar, temel sağlık ve hijyen bilgisi edinemiyor. Okul yaşındaki çocuklar çalışmak zorunda kalıyor.
- Ruh Sağlığı, çok sık es geçilen bir bahis, devlet dahil hiçbir kurum -birkaç dernek dışında- bu konuda çalışmıyor.
- Göçmen İşçiler ve İş Kazaları, 3.7 milyon mültecinin yalnızca 65 bininin çalışma izni var. Yani en ağır ve en kötü koşullarda hiçbir hukuki güvence olmadan çalışıyorlar. Kazalardan sonra genelde acil tedavisi alıp aynı çevreye geri dönüyorlar. İSİG’in rakamlarına göre 2018 yılında en az 110 ve 2019’da en az 91 göçmen işçi öldü.
- Ne yapılabilir? Mültecilik statüsü kesinlikle verilmeli ve amacımız toplumsal entegrasyon olmalı. Kendi geçimlerinin yardım almadan sağlayacak duruma gelmelerini sağlamamız lazım. Kadınların entegrasyonu daha zor, erkekler çalışıyor ve toplum içine giriyorlar kadınlar ise eve kapanıyor ve savunmacı bir izolasyona çekiliyorlar. Kadınların entegre edilmesi bu yüzden önemli.
- Dil kursları ve meslek edindirme kursları önemli.
- AB finansmanı ile Göçmen Sağlık Merkezleri açıldı. Burada Suriyeli hekimlerden sağlık hizmeti alabliyorlar. Fakat sayıları yetersiz. Bu hizmetler ASM’lere dağıtılabilir.
Av. Abdülhalim Yılmaz:
- Hukuk ihlallerinden bahsediyorken hak ihlallerinden bahsediyoruz. Ülkemizde özellikle OHAL’den sonra sıradan vatandaşlara yönelik hak ihlalleri sıklığı zaten artmışken fazlasıyla dezavantajlı, hukuka erişimleri sınırlı, dil sorunları olan mülteciler en az sesi çıkabilen grup.
- 3 milyon kadar insan kayıtlı, yaklaşık beş milyon kadar insan olduğu söyleniyor. Bunlardan sadece 70 bini vatandaş oldu. 5 yıl dünyanın neresinde geçirirseniz geçirin belirli vatandaşlık hakkı veriliyor. Türkiye’de mültecilik statüsü bile verilmedi.
- AB ile Türkiye ilişkilerinin bugün en temel meselesi mülteciler oldu.
- Mültecilerin geldikleri ülkelerin genel yapısı, geçmişte sömürge olan ve şu an iç savaş yaşayan ya da yaşamış olan ülkeler.
- Mülteciler genellikle komşu ülkelere gidiyor. ABD, Kanada gibi ülkeler yıllık belirli göç programlarıyla sayılı ve seçilmiş mültecileri alırlar. Mültecilerin çoğu Türkiye, Ürdün, Lübnan, Pakistan gibi göç merkezi ülkelerin komşusu olan ülkeler. Bu ülkelerin mültecilere ABD veya Kanada gibi davranma şansı yok. Kobani’den bir günde 150 bin mülteci geldi ki burada kayıt altına almak bile bir mesele oluyor.
- Zorunlu nedenlerle göç etmiş herkes “mülteci” kabul edilmeli. Türkiye Cumhuriyet Cenevre Mülteci Sözleşmesine taraf, işi mevzuata boğmamak lazım. Bu insanlara, sözleşmeye konulan coğrafi şerhten, mültecilik hakkı verilmiyor.
- “ Misafir” kavramı ilk defa Rus-Çeçen savaşında Türkiye’ye sığınan 1000-1500 Çeçen için kullanılmıştı. Misafir gelir ve gider. Kulağa hoş geliyor ama meselenin hukuki kısmını örtmek için kullanılan bir kavram. Devlet bu kelimeyi kullanmasının bir diğer nedeni de Uluslararası ilişkiler.
- Böyle bir belirsizlik içinde göçmenler çalışma izni alamıyorlar, oturma izni alamıyorlar. Kaçaklığa mahkûm ediliyorlar.
- 2010 yılında Türkiye’de, BM’ye göre 27 bin mülteci vardı. Çoğu İranlı rejim muhalifleri vesaire idi. Bugün ise Suriyeli Arap, Kürt, Türkmen; Afgan; Iraklı Arap, Kürt, Türkmen mülteciler çoğunlukta.
- Düşük ücretle hiçbir güvence olmadan çalışıyorlar ve sıradan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yapmayacağı işleri yapıyorlar.
- Türkiye’nin ekonomik yapısının mültecilerin geldiği ülkelere göre daha iyi ve tercih edilebilir olduğunu belirtmeliyiz. Bu insanlar kalacak yer, yiyecek ve evlerine para gönderebilecekleri bir iş arıyorlar. Devlet bu durumu görmezden gelmemeli, bu insanlar bu ülkeye değer kazandırıyor. Hiçbir düzenleme yapılmazsa kazanan sadece sermayedarlar olacak.
- Devletler hiç kimseyi ölüm riski ya da işkence riski olan yerlere geri gönderemez. AİHM’nin emsal kararları var. Fakat İstanbul’da kayıtlı olmasına rağmen geri gönderilen Suriyeliler mevcut.
- Konuyu “güvenlikçi” bir mantıkla değil “insan hakları” temelinde ele almalıyız. Olması gereken gerçekleri kabul etmek. İnsanlar Hz. Adem’den beri göç ediyorlar. Buna bağlı politikalar üretilmeli. Mültecilerin potansiyeli de karşılıklı fayda esasıyla değerlendirilebilir.
Ayrıca soru ve katkı kısmında söz alan bir katılımcı; Mülteci emeğinin sömürüsünün en yoğun olduğu sektörlerden birinin “Geri Dönüşüm Sektörü” olduğunu, burada çalışan mültecilerin genellikle toplama-ayıklama kısmında çalıştıklarını, 5 yıl önce günlük 60 liraya çalışırken bugün 40 liraya çalıştırıldıklarını; barınma diye konteynerlere 15-20’şer kişi olacak şekilde yerleştirildiklerini belirtti ve işin ekonomik sömürü boyutuna dikkat çekti.
Haber: Murat Muratoğlu
Program videosu aşağıdaki linkten izlenebilir:
https://www.youtube.com/watch?v=aemKXD0W1es&t=1774s