Bir Dönem Daha Bitti, Sorunlar Bitmedi!
Eğitim İlke-Sen olarak 2013-2014 eğitim-öğretim yılının birinci dönemine dair değerlendirmelerimizi sunuyoruz. Emek, eğitim ve sendikal mücadele başlıkları altında yaptığımız bu değerlendirmeler, görüş ve önerilerinize açıktır.
2013-2014 eğitim-öğretim yılının birinci dönemi bitti. Geride kalan dönem boyunca eğitimin özgürleşmesi, emeğimizin hakkı için ileriye dönük ciddi adımların atılamaması bir dönemin daha maalesef zayi edildiği anlamına geliyor.
İsterdik ki; eğitim bir mesele olarak ciddi ciddi tartışılabilsin; eğitsel sorunlar her boyutuyla gündeme gelebilsin ve çözüm yolları geliştirilsin. Kamu çalışanlarının, tüm emekçilerin, emeklilerin insanca bir hayat sürebilmesi için gereken ekonomik ve sosyal politikalar bir bir hayata geçirilsin. Ne yazık ki yine olmadı!
Toplumun, emekçilerin değil piyasa aktörlerinin ve onların güvenlik aygıtına dönüştürülen neoliberal devletin esas olduğu bir düzende de başka türlüsü olmazdı zaten…
KAMU ÇALIŞANLARININ KAYIPLARI ARTTI
Geride kalan ilk dönemde, toplu görüşmelerde kamu çalışanlarının uğradığı sukût-u hayali telafi edecek herhangi bir gelişme olmadı. Bilakis yetkili sendikanın, kamunun yararını gözetmek yerine siyasi mülahazalarla apar topar sonlandırdığı görüşmelerde elde edilen neticenin fiyasko olduğu gerçeği, çeşitli vesilelerle ortaya çıktı.
Son dönemdeki zamlar, artan hayat pahalılığı ve enflasyon, döviz kurlarındaki artış göz önünde bulundurulduğunda, emeğimizin hakkını karşılamayacak orandaki zam, daha şimdiden zarara dönüşmüş vaziyette.
On binlerce öğretmenin işsiz kaldığı bir vasatta ücretli ve vekil öğretmenlik uygulamasıyla emek sömürüsünün devam etmesi, 4/C başta olmak üzere güvencesiz çalışmanın kaldırılmaması, ek göstergelerde adaletin sağlanmaması gibi mali ve özlük hakları sorunları aynen devam etmiştir. Akademide çalışanların mali ve sosyal haklarında gereken iyileştirmeler ise gündeme dahi gelmemiştir.
Birinci dönem boyunca atamalardaki gecikmeler, okullarda sürekli bir belirsizliğe yol açmıştır. Okulların açıldığı tarihte gerçekleşen öğretmen atamaları, dönem ortasında gerçekleştirilen yönetici atamaları, daha sonra gerçekleştirilen rotasyon uygulaması, bu esnada oluşan açıklar için yapılan görevlendirmeler vs., hem ders programları açısından hem de öğrenciler açısından olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
Uzman öğretmenlik uygulaması konusunda MEB bürokrasinin beceriksizliği ve umursamazlığı bu dönem, birçok öğretmen açısından ciddi bir mağduriyete yol açmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın doğru dürüst bir uygulama gerçekleştirememesi, buna karşı birçok öğretmenin hakkını davalar yoluyla aramak zorunda kalması, Danıştay’ın iptal kararıyla sorunun başka bir boyut kazanması ve bakanlığın kendi hatasını telafi etmek yerine öğretmenlerin elde ettiği kazanımları geri almak istemesi her açıdan sorun teşkil etmektedir. “Uzman öğretmenlik” şeklinde bir uygulamaya neden geçilmek istendiği konusu ayrı bir sorun iken, hayata geçirilen bu sorunlu uygulamanın baştan aşağıya bir mağduriyetler silsilesine dönüşmesi ise tam bir fecaat örneğidir. MEB kendi yarattığı sorunu, öğretmenleri daha fazla mağdur etmeden acilen çözmek zorundadır.
Özür grubu atamalarında sağlanan şartların, kamu çalışanlarının beklentilerini karşılayamaması sonucu ara dönemde gerçekleşen atamalarda ise binlerce öğretmenin mağduriyeti maalesef giderilememiştir. Birçok öğretmen, bu hakkını kullanmayı ertelemek zorunda kalmıştır. Öğrenim özrünün geçerli sayılmaması ise bir hak gaspı olarak devam etmektedir.
Birinci dönem boyunca olumsuzluk olarak gördüğümüz bir husus da, eğitim sistemindeki çarpık uygulamaların artık telafisinin giderek zorlaştığıdır. Okul idarecilerinin ve öğretmenlerin, çocukların mağdur olmaması için gösterdiği gayret ve hassasiyetin, MEB bürokrasisi tarafından istismar edildiği açıktır. Sorunları çözmek yerine sürekli sorun üreten bu yönetim anlayışı değişmek zorundadır.
Görünen o ki, birinci dönem olumlu olarak değerlendirebileceğimiz uygulamalar birkaç maddeyle sınırlı kalmıştır: Birincisi, başörtüsü yasağında istisna koşularak getirilen serbestliktir. Onlarca yıldır uygulanan bir zulmün son bulmuş olmasını önemsiyoruz. Aynı şekilde 28 Şubat sürecinde çalışma hakları ellerinden alınan öğretmenlerin görevlerine iade edilmesini de doğru bir uygulama olarak değerlendiriyoruz. Fakat aradan geçen zaman zarfında oluşan mali zararın tanzim edilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
EĞİTİM SİSTEMİNDEKİ SORUNLAR DEVAM ETTİ
Eğitimin ticarileştirildiği neoliberal politikalara uygun olarak hayata geçirilen 4+4+4 eğitim modelinin, başta temel eğitim kurumları olmak üzere her kademede yeni sorunlar yarattığı ortadadır. Çocukların okula başlama yaşında yaşanan sorunlar, ilk ve ortaokul binalarının ayrıştırılamaması, ikili öğretim yapılmasıyla giriş-çıkış saatlerinin çocuklar için uygun olmaması, liselerin mecburi tutulmasıyla yaşanan yoğunluğun karşılanamaması ve daha birçok soruna karşı çözüm için yeterli çaba sarf edilmemiştir.
Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) ortak sınav uygulaması, öğretmen açığı, ücretli öğretmenlik, bölgesel farklılıklar, eğitimdeki fırsat ve imkân eşitsizlikleri, iptal edilen sorular, puan hesaplanmasında yapılan yanlışlıklar, sonuçların geç açıklanması gibi çeşitli nedenlerden ötürü sağlıklı bir şekilde yürütülememiştir. Böyle bir uygulama, tüm eğitim anlayışını başarı testlerine odaklı hale getirdiği için ayrıca eleştiriye muhtaçtır.
Sorunun bir diğer boyutunda dershaneler vardır. TEOG, dershanelere bağımlılığı azaltmak için başlatılan bir uygulama olarak öne çıkmaktadır, benzer bir uygulamanın ortaöğretimde de hayata geçirilmesi önümüzdeki dönemde muhtemeldir. Fakat bunun beklenenin aksine sınava bağımlılığı arttıracağı görülmek zorundadır. Ortada, seçme-yerleştirme sorunun ötesinde, eğitim anlayışına dair daha derinlerde yatan bir sorun bulunmaktadır. Sorun dershaneler değil, dershaneciliği üreten eğitim anlayışıdır. Dershaneleri kapatıp, okulları dershaneleştirmek ise çözüm değildir. Bu bağlamda, eğitim sisteminin sorunlu bir parçası haline gelen dershanelerin birinci dönemin sonuna doğru gündeme geldiği zemin eğitsel değil siyasal olmuştur. Haliyle doğru yönetilen bir geçiş süreciyle birlikte dershanelerin kaldırılması gerektiği hususu tartışılamamıştır.
Eğitimde ölçme ve değerlendirmede, öğrenci seçme ve yerleştirmede bir zihniyet değişimi şarttır. Aynı şekilde okullarda da bu konuda çeşitliliğe gidilmesi gerektiği bilinmektedir. Lakin bu konuda da tepeden inmeci yaklaşımlarla çözüm üretilemediği açıktır. Nitekim bu tespit, performans ödevleri açısından da geçerlidir. Bütüncül bir değişiklik olmadan getirilen değerlendirme ölçütü, gerek öğretmenler, gerekse öğrenci ve veliler için hem zaman ve kaynak israfı, hem de adaletsiz sonuçlar üretmesi açısından başarılı bir uygulama olmamıştır.
Son yıllarda ilköğretim ve ortaöğretimde eğitim sisteminin giderek daha fazla bürokrasiye dönüşmesi, özellikle öğretmenler açısından tam bir evrak hamallığına yol açmaktadır. Her şeyin kağıt üstünde işlemeye başlaması, sağlıklı bir durum değildir. Çoğu zaman raflarda kalacağı bilindiği halde öğretmenlerin evrak, dosya, form, rapor peşinde saatlerce zaman geçirmesine yol açan uygulamalar, öğrencilerin öğrenimi için harcanabilecek zamandan çalınmaktadır.
Öğretim programlarının yoğunluğu, ders çeşitliliğin ve saatlerinin artması fakat buna uygun altyapının yetersizliği gibi sorunlar da birinci dönem boyunca karşımıza çıkmıştır. 4+4+4 eğitim modelinin herhangi bir ön hazırlık çalışması yapılmadan doğrudan uygulamaya geçilmesiyle karşılaşılan sorunlar maalesef ötelenmekte, ağır aksak işleyen süreçler ise hem öğrencilerin geleceğinden çalmaktadır.
Birinci dönemde eğitim açısından olumlu olarak değerlendirebileceğimiz tek husus, sanıyoruz ki, öğrenci andı dayatmasının son bulmasıdır. Fakat tüm eğitim sisteminin tepeden tırnağa öğrenci andı gibi tektipçi, inkârcı ve dayatmacı özelliklerle donatıldığı göz önünde bulundurulduğunda, atılacak daha çok adım olduğu aşikârdır.
Anadilde eğitimin engellendiği, kılık-kıyafet yönetmeliklerinde başörtüsü yasağının halen devam ettiği bir durumda; eğitimin temel amaçlarından, eğitimde devlet tekeline yol açan kanunlara, öğretim programlarına ve eğitsel uygulamalara varana kadar değişmesi gereken daha çok şeyin olduğu kesin. Lakin eğitimi devlet ve piyasa düzenine uygun insan yetiştirmenin aracına indirgeyen egemen akılla bu değişikliklerin nasıl gerçekleşebileceği hususu ise hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
BAŞKA BİR SENDİKAL MÜCADELE ANLAYIŞI ŞART!
Emeğin değersizleştirilmek istendiği, iktisadi ve sosyal haklarımızın her geçen gün daha fazla tehdit edildiği bir vasatta sendikalar olarak, halka, emekçilere ve kamu çalışanlarına karşı sorumluluklarımızı yerine getirme hususunda başarılı bir imtihan veremediğimiz ise ortadadır.
Devletin ve kapitalist dünya sisteminin, emeğin örgütlenmesini engelleme konusunda ciddi bir direnç sergilediği bir vasatta, sendikaların herkesin emeğini, hakkını ve özgürlüğünü savunma konusunda net bir tavır sergilemek yerine iktidar ya da muhalefet partilerine angaje biçimde yürüttükleri faaliyetlerin kazanım adına ortaya bir şey çıkaramayacağı anlaşılmak zorundadır.
Eğitim İlke-Sen olarak, gerek emeğin hakkını savunmak, gerekse eğitimin özgürleşmesini sağlamak için ciddi bir mücadele verilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bunun için daha çok mücadele etmek, daha fazla gayret sarf etmek zorundayız.
Dileriz ki ikinci dönem, birinci dönemde karşılaştığımız sorunları ortadan kaldırmaya dönük ciddi adımların atıldığı bir dönem olur. Bunun için gelin, hep birlikte direnelim!
EĞİTİM İLKE-SEN
İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası