Dershanelerle birlikte okullar da kapatılsa mı?
Türkiye’nin gündemi son bir haftadır yeniden eğitime odaklandı.
Dershane ve etüt merkezlerinin kapatılması için hazırlandığı iddia edilen bir yasa taslağı, ciddi tartışmalara neden oldu.
Milli Eğitim Bakanlığı, haberde bazı hususların abartılı ve yanlış olduğunu söyleyen bir tekzip yayınladı, ama kapatma konusunu yalanlamadı.
Tartışmalar sürerken bu kez de Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, dershanelerin hazırlık lisesi gibi açık liselere dönüştürülebileceğini söyledi ve “Oturur ara yol buluruz” dedi.
Şüphesiz dershanecilik, tartışılması gereken eğitim sorunları arasındadır.
Her gün saatlerce okul duvarları arasında devletin tedrisatından geçip de zihinsel olarak haşata çevrilen çocukların, akşamlarını ya da hafta sonlarını da yine dört duvar arasında geçirmesi sağlıklı değil.
Başarı testleri, deneme sınavları, seçme ve yerleştirme puanları arasına sıkışıp kalan milyonlarca çocuk, en güzel çağlarını beton yığınları arasında geçirip gidiyor.
Fakat burada unutulmaması gereken öncelikli hususların başında, dershanelerin eğitim sisteminin ürettiği bir sorun olduğudur.
Haliyle, milli eğitim sistemindeki sorunların çözümüne dönük bir köklü değişiklikler yapılmadan, dershanelerin kapısına kilit vurmaya kalkışmak, pedagojik değil ancak ekonomik gerekçelerle açıklanabilir.
Bu noktada şunu söyleyebilirim:
Dershanelerin kapatılmasıyla asıl amaçlanan şey, çocukların okul-dershane cenderesindeki sıkışmışlıktan kurtarılması değil; eğitimin özelleştirilebilmesinin yolunu açabilmek için önemli bir engelin kaldırılmasıdır.
Dolayısıyla yapılan dershanecilik meselesi, pedagojik bir tartışmadan önce iktisadi bir tartışmadır.
Her alanda olduğu gibi eğitimde de özelleştirmeye gidilmesi amaçlanmaktadır.
Fakat dershaneler, eğitimin büyük bir işlem hacmine sahip bir piyasaya dönüşebilmesinde, dershaneler bir nevi set teşkil etmektedir.
Pek çok aile, çocuklarını özel okulların yerine göndermemekte, sınav sistemine dönük hazırlığın farkını dershaneler aracılığıyla kapatmakta, böylece “daha düşük maliyetli” bir eğitim almaktadır.
Gördüğünüz gibi burada ciddi bir piyasa mantığı yürürlüktedir.
Ve bu mantık, 1980’li yıllardan beri hüküm sürmektedir.
12 Eylül darbesiyle başlayan ve Turgut Özal’ın politikalarıyla hızlanan neoliberal dönemde, devletin eğitim sistemindeki ideolojik tahakkümüne, serbest piyasa ekonomisinin kapitalist tahakkümü de eklenmiştir.
Neoliberal politikaların sonucunda eğitim giderek ticari bir sektöre dönüşmüş, özel okul ve üniversiteler, dershaneler ve kurslar ile birlikte muazzam bir piyasa oluşmuştur. Buna bağlı olarak eğitim anlayışı da değişmiştir.
Bugün eğitim kurumları, sadece üretmeye ve tüketmeye endekslenmiş makbul vatandaşlar yetiştirmeyi amaçlamaktadır.
Çocuklar, daha küçük yaşlardan itibaren bir yandan devlet ideolojisiyle biçimlendirilirken, diğer yandan da dünyevi hırslarla sürekli daha çok çalışmaya, daha çok kazanmaya alıştırılmaktadır.
Öğrencilerin kapitalist dünya düzenine uyumlu, toplumsal faydayı değil yalnızca bireysel menfaatleri gözeten, piyasa aklıyla hareket eden, her şeye kâr-zarar hesabıyla bakan bireyler olarak yetişmeleri hedeflenmektedir.
Eğitim sisteminde dayanışma, paylaşma yerine yalnızca bireyin kendisini gözettiği bir kültür aşılanmaktadır.
İnsanı insana arkadaş, dost ya da kardeş değil de hem başarı sınavlarında hem de hayatta sürekli geçilmesi gereken rakipler olarak gösteren bir eğitim anlayışından kime ne fayda gelir?
Peki, böyle bir nesil; bireysel hayatında “dindar” olsa, bu neyi değiştirebilir!
* * *
Kabul etmek gerekir ki, dershaneler bir sorundur.
Ama okulların dershanelerden çok daha büyük bir sorun olduğu da unutulmamalıdır.
Eğitimi ulus-devletin faşizan, yasakçı, militarist ve tektipçi anlayışından kurtarmamız şart.
Fakat devlet tekelindeki bu tahakkümden kurtulmak adına eğitimin kapitalist piyasanın tahakkümüne sokulmasını savunmak da başka bir yanlış olur.
İki yanlıştan bir doğru çıkmaz.
Çocuklarımızın devletin siyasi çıkarlarıyla, sermaye sahiplerinin ekonomik çıkarları arasında bir çıkar ortaklığına kurban edilmesine kayıtsız kalamayız.
Bugün tartıştığımız ve adına eğitim sistemi dediğimiz mekanizma bürokratlar, ekonomistler ve toplum mühendisleri tarafından tasarlanmış bir süreçtir.
Kişinin rızası dışında gerçekleşir.
Bu açıdan zorunlu eğitim, temel bir insan hakkı ihlalidir.
Baştan aşağı ihlallerle, baskı ve dayatmalarla örülmüş böyle bir sistemi dershaneleri kapatmakla kurtaramazsınız!
Dershaneler sorun iken okulların dershanelerden de beter bir sorun olduğunu gözden kaçırırsanız, asıl meseleyi ıskalarsınız!
O halde, başta Tevhid-i Tedrisat Kanunu olmak üzere, eğitimdeki tüm dayatmalara karşı ciddi bir mücadele yürütmek zorundayız.
Unutulmasın ki, eğitim sistemi özgürleşmeden, toplum da tam anlamıyla özgürleşemez!
Yapmamız gereken, insanı ya devletin ya da piyasanın kulu-kölesi yapmayı amaçlayan eğitim sistemini tamamen değiştirmektedir!
BEYTULLAH ÖNCE
Eğitim İlke-Sen MYK üyesi