Eleştirel PedagojiManşet

Ortak eğitim ve egemenliğin yeniden üretimi

Tarih boyunca görürüz ki, toplumsal kontrolün sağlanmasında ve mevcut düzenin devamlılığını sağlamada, iktidar çevreleri eğitimi ve okulları önemli bir araç olarak kullanmışlardır. Bu yazı, egemenliğin yeniden üretilmesinde eğitime biçilen rolün tartışılabilmesi için bir girizgah olarak kabul edilebilir.

I. İktidar, Egemenlik ve Eğitim

Egemenlik anlamına gelen hegemonya; tarih boyunca bir çok düşünür tarafından hakkında konuşulmuş ve yazılmış bir kavramdır. İnsanların topluluk halinde yaşadığı her yerde gerek birbirleriyle gerek diğer topluluklarla olan ilişkilerinde söz konusu olan egemenlik olgusu; insanların birbiri üzerinde iktidarı sağlama çabalarında ortaya çıkmaktadır.

Toplum bilimlere göre; toplumun olduğu her yerde iktidar olgusu da vardır. Yönetenlerin buyurup yönetme gücünü, yönetilenlerin ise boyun eğmesini açıklamada kullanılan temel kavram; iktidar için meşruluktur. Meşruluk, yönetilenler tarafından benimsenen ve toplumsal/siyasal yapının sistemine göre yönetenlerin iktidara geldiklerine ilişkin toplumdaki yaygın inançlardır. Bu yüzden her güç, iktidara gelebilmek ve onu kullanabilmek için meşruluğunu topluma inandırmak zorundadır. (Selçuk,1999:22)

İktidar alınmak istenen sonuçların ürünüdür, bu yönüyle nicel bir kavramdır. Toplumsal dinamiklerin ve süreçlerin açıklanmasında vazgeçilmez temel kavramlardandır. İktidar olma duygusu her insanda vardır ve bu duygu topluma farklı biçimlerde yansır. İnsanlar üzerindeki iktidar ise; bireylerin etki alınış tarzına ya da bireylerin etki alınması için oluşturulan kurumların tipine göre sınıflandırılabilir.

Bireylerin etki altına alınması da farklı biçimlerde gerçekleşebilir. Otoriter egemenliklerde ordu ile polis; beden üzerinde zorlayıcı güç uygulayarak iktidarı elinde tutabilir. Kapitalist egemenliklerde; ekonomik örgütler heveslendirici ya da caydırıcı olarak ödül ve cezalara başvurabilirler. Egemenliğin oluşturulmasında ve iktidarın muhafaza edilmesinde eğitimin/okulların görevi ise bireylerin fikirlerini etkilemektir. (Russell,2002)

İlk çağlardan günümüze gelene kadar egemenliğin tartışılmış olması; bu konuyu tartışanların egemenliğin oluşumunda ve muhafaza edilmesinde önemli bir işlev gören eğitime de ayrı bir önem vermesini gerekli kılmıştır. Böylece, toplumdaki yöneten ve yönetilen sınıflar arasındaki farklılıklar ve bu sınıflar arasındaki karşılıklı ilişki biçimleri egemenlik ekseninde düşünülerek, hem iktidara, hem toplum yapısına ve hem de eğitim sistemine dair çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.

II. Devlet Kontrolünde Ortak Eğitim

İlk çağlarda bu konuya önem veren düşünürlerin başında Platon gelmektedir. Ona göre Tanrı, devleti kuran sınıfları farklı madenler yaratmıştır. Bu sınıflardan birincisi buyuracak, ikincisi koruyacak, üçüncüsü ise çalışacaktır. Devletin eğitim faaliyetlerini yürütmekteki amacı; kendisini koruyacak vatandaşlar yetiştirmektir. Bu faaliyetler, bireyleri terbiye etmeye yöneliktir. Vatandaşlık, topluma ve devlete faydalılıkla eşdeğer düşünüldüğü için; terbiyenin amacı da vatandaşa iyi bir yurt ve ahlak bilgisi kazandırarak; onları itaat etmeyi öğretmektir. (Plato,1986; Karasan,1964:28,29) Çünkü gençler, istenilen şekilde düşünmeye ve davranmaya ancak eğitimle terbiye edilerek alıştırılabilir. (Göze,1982:26)

Plato için devlet güçlü bir bütünlüğü, her şeye egemen olan yegane otoriteyi temsil eder. Devleti yönetenler seçkin olması gerektiğinden; eğitimde de seçkincilik öne çıkmalıdır. (Tozlu,2003:109) Platon’un düşüncesinde çocukların babası devlettir. Onları büyütmek, terbiye etmek ve bilgisine, kabiliyetine göre seçerek sınıflandırmak da devletin görevidir. (Weber,1964:64,65) Platon, toplumun belirli bir sınıfında bütün insanların devlet kontrolünde ortak bir eğitimden geçmesini istiyordu. Burada kişiler arasındaki keskin farklar ortadan kalkacaktır ve devletin ideallerine göre belirli bir disiplinle aynı eğitimi alacaklardır. (Ülken,1967:81) Bu görüşler, günümüze kadar uzayan egemen ve disipliner devlet ile disiplinci eğitim anlayışının o dönemlerdeki çıkış noktalarını oluşturmaktadır.

III. Egemenliğin Sağlanmasında Devlet ve Eğitim

Roma dönemine baktığımızda da benzer durum ve görüşlerin öne çıktığı anlaşılmaktadır. Roma’da toplumsal örgütlenme sınıfsal yapıya bağlıdır. Bu dönemde alt ve üst sınıflar arasında ekonominin ve sosyal statülerin yarattığı farklılıklar mevcuttur. Ulusal birliğin sağlanmasında; siyasal kurumlar ideolojik bir işleve sahiptir. Kurulu düzeni koruyabilmek, geleneksel değerlerin ve inançların öneminin vurgulanmasıyla mümkündür.

Bu yüzden sistemin ideolojisini oluşturan soyut kavramlar sürekli yinelenerek, egemen otoriteye itaatin koşullandırılmış bir reflekse dönüşmesi sağlanmak istenmiştir. Sistemi koruyabilmek için yurttaşlık ideolojisinin gündemde tutulması, toplumdaki adaletsizliklerin ve sınıfsal farklılıkların da üstünü örtecektir. (Ağaoğulları ve Köker,1991) Böyle bir düzende eğitim; sistemin meşruluğunu yaymaya ve egemenliğin sürdürülebilmesi için iktidarın hizmetini sadakatle yerine getirecek yurttaşları yetiştirmeye yönelik düzenlenecektir.

Tarih boyunca toplumların varlığının; iktidar, egemenlik, otorite ve yönetim gibi tartışmaları sürdürdüğü ve her egemen sınıfın kendi görüşlerini yaymak için eğitimi kullandığı; eğitim tarihinde daha net ortaya çıkmaktadır.

Topluluklar, bağlı olduğu iktidarla ilişki kurduğunda; onu anlamak ve tanımak ister. Sosyal düzenin sağlanması, insanların egemenliğin yasallığına inanmasına bağlıdır ki; ona itaat etsin. Devletler de kendi varlıklarını kabul ettirebilmek için; insanların rızasını kazanmaya ve onları belirli görüşlerde bilinçlendirmeye yönelik faaliyetlerde bulunurlar. Çünkü iktidarın toplumda onanmaması otoritenin kaybedilmesiyle sonuçlanır. (Akad,1979)

Batı toplumlarında; egemenliğin kilise yönetiminde olduğu dönemlerde, eğitim ve okullar da kilisenin kontrolündedir. Çocukların okula verilmesi zorunludur. Gerek protestan okullarında, gerek yatılı katolik kolejlerinde amaç; itaatli, inançlı askerler ve işçiler yetiştirmektir. Toplumsal ve ekonomik koşulların değişmesiyle; yönetim, yeni koşullara uygun, hristiyan eğitimden ayrılmayan bir okul ideolojisi geliştirmeye çalışır. (Bumin,1983)

17. ve 18. yüzyıllarda kapitalizmin gelişimi, ulus-devletlerin ortaya çıkışı, daha çok sayıda çocuğa ulaşabilecek ve öğrencileri etkin bir şekilde biçimlendirebilecek yeni yöntemleri gerektiriyordu. Özellikle yoksul çocukların sayısındaki hızlı artış; bu dönemde ilköğretimin zorunlu hale gelmesinde etkiliydi. Yoksul çocuklar, bu eğitimden; mevcut düzeni tehlikeye sokacak unsurlar olarak değil; uslu, itaatli, inançlı ve çalışkan işçiler olarak çıkmalıydılar. Yeni yöntemlerde öğrenciler bilgi düzeylerine göre beş gruba ayrılıyordu. Okullar, bütün öğrencilere aynı öğretmeni, aynı kitabı, aynı dersi, aynı denetim ve düzeltme yöntemleri gerektirecek şekilde tek biçimci bir yaklaşımla düzenlenmişti. Endüstri devrimiyle ortaya çıkan yeni durumdaki disiplin ve kontrol ihtiyacı; okullara da yansımış ve çocuklar, bu yeni düzene uygun bilgi ve becerileri öğrenecekleri bir eğitime tabi tutulmaya başlanmıştı. (Bumin,1983)

IV. Sonuç

Buraya kadar değindiğimiz tarihsel süreç, kurulu düzenin devamını sağlamada ve egemenliği sürdürmede; eğitim ve öğretim faaliyetlerinin sürdürüldüğü okullara verilen önemin, hiç bir dönemde azalmadığını göstermektedir. İktidar halkı kendi meşruiyetini haklı çıkartacak şekilde eğittiği sürece; insanların düzene bağlılığı da büyük oranda korunacaktır. Böylece eğitim, egemenliğin korunmasında ve yeniden üretilmesinde toplumsal bir rol oynayacaktır. Türkiye’de eğitim meselesi tartışmalarına, Milli Eğitim Sistemi’nin, nasıl bir egemenlik anlayışını aktardığı sorusuyla başlamak, kanaatimizce iyi bir noktaya parmak basmak olacaktır.

 

Türkiye’de, egemenliğin kimde olduğu siyasi bir sorudur. Fakat siyasal bir sistemde, eğitimin alt bir sistem -üstelik hemen her seferinde, eğitim sosyolojisi kitaplarında eğitimin açık bir sistem- olduğu ifade edildiğine göre; eğitimin nasıl bir egemenlik anlayışına hizmet ettiği anlamlı bir konudur.

 

Resmi söylemlere ve kağıt üzerindeki amaçlara değil, ders kitaplarında ve eğitim faaliyetlerinin yapıldığı sürece odaklanmak zorundayız. Bu süreçte, eğitimin gerçekte ne işe yaradığı sorusunu aklımızdan çıkarmadığımız sürece, gösterilenin altında neyin olduğunu görme imkanına da kavuşmuş oluruz. Temennimiz, ‘eğitim şart’ ifadesinin altının, doğru bir şekilde doldurulması ve hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin, hayata ve yaşadığı zamana/topluma eleştirel bakabilmeyi ve cesaretle sorgulamayı sonuna kadar sürdürmeyi göze alabilmeleridir. Çünkü, ‘sonuna kadar gideceğiz,’ iddialarının nedense malum noktalarda tıkandığı bir ülkede, eğitim sisteminin düzeltilebilmesi için, gereken her şeyi gerçekten sonuna kadar yapabilecek eğitilmiş ve eğiten bir nesle hepimizin ihtiyacı var!

BEYTULLAH ÖNCE

Değirmen Dergisi

 

Kaynaklar:

AĞAOĞULLARI, Mehmet Ali ve Köker, Levent (1991), İmparatorluktan Tanrı Devletine: Siyasal Düşünceler, İmge Kitabevi, Ankara

AKAD, Mehmet (1979), Çoğulcu Demokraside Siyasal İktidar ve Baskı Grupları, Z Yayınları, İstanbul

BUMİN, Kürşat (1983), Batı’da Devlet ve Çocuk, Alan Yayıncılık, İstanbul

GÖZE, Ayferi (1982), Siyaset Tarihi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul

KARASAN, Mehmet (1964), Eflatunun Dünya Görüşü, 2.Baskı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul

PLATO (1986), The Republic, Trans.Jawett, Benjamin, Prometheus Books, New York

RUSSELL, Bertrand (2002), İktidar, 4.Baskı, Çev.,Mete Ergin, Cem Yayınevi, İstanbul

SELÇUK, Sami (1999), Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne, 5.Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara

TOZLU, Necmettin (2003), İnsandan Devlete Eğitim, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara

ÜLKEN, Hilmi Ziya (1967), Eğitim Felsefesi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul

WEBER, Alfred (1964), Felsefe Tarihi, 3.Baskı, Çev., Eralp, H.Vehbi, Remzi Kitabevi, İstanbul

Kaynak: Değirmen Dergisi