“Sınavsız atama mümkün” paneli
Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu (AYÖP), hem kendi meselelerini hem de eğitim sistemindeki dönüşüm sürecinin genel meselelerini tartışmak üzere panellerden ve forumlardan oluşan bir günlük bir program düzenlediler.
Sendikamız adına toplantıyı izleyen MYK üyemiz Beytullah Önce, hem sorunu birinci ağızdan dinleme, hem de durumu daha yakından gözlemleme imkânı buldu. Forum kısmında söz alan Önce, görüşlerini şöyle ifade etti:
Değerli öğretmen arkadaşlar;
Öncelikle haklı bir mücadeledeki fedakârlığınızdan dolayı hepinizi saygıyla selamlıyoruz. Biliyoruz ki, yönetenler güçlerini haklı, adil ve güçlü olmaktan değil; mücadele etmesi gerekenlerin dağınıklığından alır. Bu bağlamda bir sistem sorunu sayabileceğimiz “atanmayan öğretmenler” sorunu karşısında sistemli bir mücadele çabanızı önemsiyoruz.
Gömleğinin ilk düğmesi yanlış iliklendiğinde, devamının da yanlış gideceği malumunuzdur. Bugün eğitim sisteminde yaşadığımız durum, bu örnekteki gibidir. Üstelik biz bu gömleğin sadece düğmelerinin yanlış iliklendiği kanaatinde de değiliz; gömleği toptan atıp, yenisini hep birlikte dikmek doğrusudur. Lakin kimseye “nasılsa gelecekte bu sorunların hepsini ortadan kalkacak, o güne kadar sabredin” de diyemeyiz. Devletin ideolojik ya da piyasanın ekonomik kuşatması altındaki eğitim sisteminin toptan değişmesi gerektiği ortadadır, fakat bu, sorunlarınızın çözümü için o güne kadar beklemeyi gerektirmez. İstihdam politikalarından, öğretim programlarına kadar eğitim sistemindeki sorunlara karşı, bugün burada olduğu gibi, eleştirel bir tutum ve çözüme dönük çalışmalara ihtiyacımız var.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın birkaç gün önce kendi yayınladığı raporda dahi en az 100 bin öğretmen açığı olduğu ifade edilirken, bugün öğretmenlik eğitimi almış arkadaşlarımızın atanmaması büyük bir çelişkidir. Fakat bu çelişkinin kasten sürdürüldüğü de aşikârdır. Böylece her yıl on binlerce öğretmen kadrosuz, güvencesiz ve utanarak ifade ediyoruz ki, ölmeyecek kadar yaşatacak bir ücretle çalışmaya mahkûm edilmektedir.
Biz bu durumun ancak AK Parti’nin, diğer alanlarda olduğu gibi, eğitimde de izlediği neoliberal politikalar bağlamında değerlendirildiğinde doğru anlaşılabileceği kanaatindeyiz. Bu sebeple 4+4+4 modelinin de “ilericilik-gericilik”, “muhafazakârlık-çağdaşlık” ya da “laiklik-antilaiklik” gibi kör, kısır ve asıl önemlisi hedef saptırıcı polemiklerle değil, daha sosyal ve özellikle de ekonomik boyutlarıyla değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
İnsana, topluma, hayata dair her alanın serbest piyasa anlayışıyla dönüştürülmek istenmesi, kamusalın içinin boşaltılarak ekonomik rant ile doldurulmak istenmesi hepimizin ortak sorunu olmalıdır.
Sistem, öğrenmenin insanileştiren, özgürleştiren boyutlarını köreltmekte, hem öğretmenleri hem de öğrencileri kendi varlıklarına, emeklerine yabancılaştırmakta, toplumsal dayanışmayı yok edip yerine bireysel bir rekabeti ikame etmektedir. Böylesi bir kapitalist politika, konumuz bağlamında, mevcut kamu çalışanlarının iş şartlarını kötüleştirirken; kadro adaylarını ise daha kötü şartlarda çalışmaya mecbur edecektir. Diğer taraftan da oluşturduğu işsizlik ve atanamama tehdidiyle herkesi sindirmeye, örgütlü mücadele etmekten uzak tutmaya çalışmaktadır. Bu tür girişimleri “sorunun sebebi” gibi lanse edip, kendi güvenlik ve yargı politikalarını devreye sokarak suçlu konumuna düşürecektir.
O halde hak, adalet ve özgürlükten yana birlikte mücadele etmek değerli bir çabadır. Bu noktada sendikal mücadele adına da bir özeleştiri yapmamız gerekiyor. Maalesef; bugün sivil olması gereken örgütlerimiz dahi paralel devletlere, hiyerarşik ve bürokratik aygıtlara dönüşmüştür. Profesyonelleşerek emeğe yabancılaşırken; sorunları da medyada dile getirmeyi sorumluluğun yerine getirilmesi gibi görür olmuştur. Ve yine sendikaların yöneticilere karşı takındıkları tutumlar, maalesef yönetenlerin kimliğine göre şekillenmiştir. Yanlış ve doğru değerlendirmeleri, muhalefet ya da destek çabası; doğruya ya da yanlışa göre değil; yapanın kimliğine göre yapılmaya başlanmıştır. Bu da sendikaların birbirine karşı konumlanmasına yol açmaktadır. Kabul etmek gerekir ki bugün sendikalar çözümün değil sorunun bir parçasına dönüşmüştür.
Temennimiz, atanmayan öğretmenlerin böylesi çekişmelerin kurbanına dönüşmemesi; yalnızca kendisi gibi ya da kendisini gibi olanların değil, herkesin emeğini, hakkını ve hukukunu savunacak bir mücadeleyi sürdürebilmesidir.
Bugün siyasal ideolojiler, inançlar, kültürler üzerinden büyük bir kutuplaşma yaşanmakta; maalesef toplum ve sivil toplum örgütleri öteki kabul ettiğine karşı duyarsız ve hatta inkârcı, yasakçı, baskıcı davranmaktadır. Bir şekilde herkesin kendi alanında devlet gibi, egemen sistem gibi hareket ettiği bir vasatta; hepimizin hakkını alabilmesi mümkün değildir ve toplumun kendi içindeki çatışması; yalnızca iktidar sahiplerinin işine gelecektir.
Hepimizin için asıl tehlike, atanmayan öğretmenler sorununun da diğer sorunlar gibi yalnızca bir kesimin, bunda da örgütlü mücadeleyi seçmiş daha az bir kesimin sorunu olarak yalnızlaştırılmak istenmesidir. Bu tuzağa düşmemek için hak, adalet, özgürlük gibi kavramlar üzerinde ortak bir irade geliştirmek; günübirlik talepler ve yalnızca medyanın dikkatini çekecek sansasyonel etkinlikler yerine daha kalıcı bir mücadeleyi mümkün kılmanın yollarını aramak gerekmektedir. Hazır reçetelere değil; çözümü birlikte üretmeye ihtiyacımız var.
Dini, ideolojik, kültürel ve diğer farklılıklarımızın kendi aramızda bir ayrışmaya, çatışmaya dönüştürülmesine müsaade etmeden, asıl sorunlarımıza odaklanmak zorundayız.
Eğitim İlke-Sen adına Beytullah Önce