Ankara Katliamı’nın Kurbanları Anıldı
10 Ekim 2015 Cumartesi günü Ankara Garı önünde Barış Yürüyüşü’ne yönelik gerçekleştirilen bombalı saldırıyı kınamak, ölenleri anmak ve faillerin bir an önce yargılanmasını talep etmek üzere MAZLUMDER, Eğitim İlke-Sen Ankara İl Temsilciliği ve Özgür Eğitim-Sen tarafından olayın gerçekleştiği yerde bir basın açıklaması gerçekleştirildi.
Kur’an tilavetiyle yapılan açılış sonrasında basın metni, MAZLUMDER Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Salih Çetin tarafından okundu.
“Bombalı saldırıyla ülkemizde ve bölgemizde yürütülen savaş konseptinin bedeli ödenmektedir.”
Çetin tarafından okunan açıklamada Ankara’da yaşanan saldırının Türkiye’de ve Ortadoğu’da yaşanan çatışmalı ortamın sonucu olduğuna vurgu yapıldı. Açıklamada bu saldırının, Diyarbekir ve Suruç’ta patlayan bombaların ardından yükselen savaş ve kan denizinin son büyük dalgası olma özelliği taşıdığını belirten Çetin, “Gerçekleşen bu saldırı bölgemizdeki diğer çatışma, savaş ve ölümlerin doğal ve zaruri bir sonucudur. Suriye’de ve Irak’ta yükselen iç savaş ve şiddetin, ülkemizde geri dönülen güvenlik politikalarının doğal bir getirisidir.” ifadelerini kullandı.
“Devlet yetkilileri de bu saldırının gerçekleştirilmesinde sorumluluk taşımaktadır.”
Çetin, yaşam hakkının insan haklarının temelinde yer aldığını belirterek devletlerin meşruiyetinin temelinin toplumun güvenliği olmasına rağmen Ankara’nın orta yerinde böyle bir olayın nasıl gerçekleşmiş olduğu sorusunun cevap beklediğini hatırlattı ve “ülke içerisindeki siyasi merciler gibi istihbaratın toplandığı diğer bürokratik mercilerin de yaşanan bu ölümler için sorumluluk taşıdığı inkâr edilemez bir gerçektir.” dedi.
Patlama sonrasında, henüz yaralıların da yerde olduğu bir esnada güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen gazlı müdahalenin insanlıkla bağdaşır bir yanının bulunmadığını belirten Çetin, “Bu müdahale devlet aklının en ağır mağduriyet anında dahi güvenlikçi tavrını sürdürdüğünü, bazı kesimlere ‘düşman ceza hukuku’ uygulama yönündeki kronik refleksinin devam ettiğini göstermektedir. Patlamada hayatını kaybetmeyen bazı yaralıların bu müdahale sırasında sağlık durumlarının kötüleştiğinden yahut hayatlarını kaybettiğinden endişe duyuyoruz.” diyerek konu hakkında yetkili mercilerce etraflı bir soruşturma yürütülmesi çağrısında bulundu.
“Siyaset dilinin acilen yumuşatılması, ayrıştırıcı değil birleştirici bir şekle evrilmesi hayati önem taşımaktadır.”
Çetin açıklamada, ülkenin son günlerde nefretin, savaşın, kan ve barutun yaygınlaşmasıyla karanlık bir çukura sürüklendiğini vurguladı. “Bu çukurdan çıkmak ve benzeri saldırılarla karşı karşıya kalmamak için gerilimin düşürülmesi ve gerek Kürt Meselesi’nde gerek de Ortadoğu’da uzlaşı ve barış politikalarının ön plana çıkarılması ertelenemez bir gereklilik olduğunu ifade etmek istiyoruz.” ifadelerini kullanan Çetin, ayrıştırıcı değil birleştirici olmak için siyaset dilinin acilen yumuşatılması gerektiğini belirtti.
“Acıları paylaşmak insanca ve erdemli bir tavırdır.”
Çetin açıklamada merhamet duygusunu yitirmiş toplumların akıbetinin hayra çıkmayacağına vurguda bulunurken “Kendinden olmayanın acısına ortak olmak onu paylaşmak insanca ve erdemli bir tavırdır.” ifadelerini kullandı.
Açıklamada hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilenerek bir daha böyle acıların yaşanmaması için dua edildi.
Ölenleri anmak üzere olay yerine karanfilerin bırakılmasıyla açıklama sona erdi.
Basın açıklamasının tam metni şu şekildedir:
Ölüm ve Savaşa Karşı, Yaşam ve Barışın Yanındayız!
Türkiye halkı olarak bundan tam bir hafta önce bu meydanda işlenen insanlık dışı bir katliamın şahitleri olduk. Bir grup sivil toplum kuruluşu tarafından barışa çağrı yapmak amacıyla şehrimizde yer alan Sıhhiye meydanında gerçekleştirilecek olan yürüyüşe yapılan bombalı saldırı sonucunda resmi rakamlara göre 103 kişi hayatını kaybetti, 200’ü aşkın kişi ise yaralandı. Yaralılardan 25 kişinin tedavisi halen yoğun bakımda devam ediyor. Ölenlerin sayısının artmasından endişe duyuyoruz.
Ülkemizin başkentinde gerçekleştirilen bu saldırı Diyarbakır ve Suruç’ta patlayan bombaların ardından yükselen savaş ve kan denizinin son büyük dalgası olma özelliğini taşımaktadır. Gerçekleşen bu saldırı bölgemizdeki diğer çatışma, savaş ve ölümlerin doğal ve zaruri bir sonucudur. Suriye’de ve Irak’ta yükselen iç savaş ve şiddetin, ülkemizde geri dönülen güvenlik politikalarının doğal bir getirisidir. Türkiye geçtiğimiz hafta barış taleplerini iletmek için burada toplanmış olan 103 kişinin hayatını kaybettiği tarihinin en büyük bombalı saldırısıyla ülkemizde ve bölgemizde yürütülen bu savaş konseptinin bedelini ödemektedir.
Her kim tarafından gerçekleştirilmiş olursa olsun, devlet yetkilileri de bu saldırının gerçekleştirilmesinde sorumluluk taşımaktadır. Yaşam hakkı insan haklarının temelinde yer alır. Geri kalan bütün haklar yaşam hakkının temin edilmesiyle geçerlilik kazanır. Tarihsel bakımdan devletlerin meşruiyetinin temel kaynağı toplumun güvenliğidir. Bu bakımlardan bir saldırganın nasıl olup da Ankara’nın orta yerinde böyle kanlı bir saldırıyı gerçekleştirebildiği sorusu acil bir cevap beklemektedir. Saldırının ardından Ankara İl Emniyet Müdürü’nün görevden alınmış olması bu anlamda olumlu bir gelişmedir. Fakat olayın yegâne sorumlusunun İl Emniyet Müdürü olmadığı, ülke içerisindeki siyasi merciler gibi istihbaratın toplandığı diğer bürokratik mercilerin de yaşanan bu ölümler için sorumluluk taşıdığı inkâr edilemez bir gerçektir.
Öte yandan, medyaya yansıyan görüntülerden tekrar doğrulandığı gibi, patlamanın hemen ardından güvenlik güçleri mağdurlara biber gazlarıyla müdahalede bulunmuştur. Polis mensuplarının kaçarken kendilerine yönelen kitleden duydukları korku ve endişeden dolayı bu müdahaleyi gerçekleştirdikleri iddia edilmektedir.
Birçok yaralının henüz yerde olduğu, insanların yaşanan saldırının şokuyla ne yaptığını bilemediği o kritik anlarda emniyet mensuplarının, her ne sebeple olursa olsun, mağdurlara biber gazlarıyla müdahale etmesinin ve yaralıların ciğerlerinin de bu gazla dolmasına sebebiyet vermesinin insanlıkla bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır. Bu müdahale devlet aklının en ağır mağduriyet anında dahi güvenlikçi tavrını sürdürdüğünü, bazı kesimlere ‘düşman ceza hukuku’ uygulama yönündeki kronik refleksinin devam ettiğini göstermektedir. Patlamada hayatını kaybetmeyen bazı yaralıların bu müdahale sırasında sağlık durumlarının kötüleştiğinden yahut hayatlarını kaybettiğinden endişe duyuyoruz. Türkiye Tabipler Birliği tarafından yapılan açıklamada bir yaralının biber gazı sebebiyle hayatını kaybettiğinin duyurulması da bu endişelerimizi arttırıyor. Konu hakkında yetkili mercilerce etraflı bir soruşturma yürütülmesi gerekliliğini tüm kamuoyuna ilan ediyoruz.
Bununla birlikte, 14 Ekim tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından alınan katliam hakkındaki yayınların, röportajların hatta eleştirilerin yasaklanmasına yönelik kararı hukuka açıkça aykırı bulduğumuzu ifade etmek istiyoruz. Soruşturmanın selametini sağlamak için mevcut bulunan bu hukuki kurumunun son yıllarda daha çok soruşturulanların selametleri için işletildiğinden endişe ediyoruz. Söz konusu katliam tüm toplumumuzu derinden sarsmıştır. Hukuktaki genel uygulamanın da dışına çıkılarak katliamı eleştirmenin bile yasaklanmaya çalışılması açıkça ifade hürriyetinin ihlalidir. Bu uygulamanın adil bir soruşturma yürütüldüğüne dair toplumsal güveni sarsacak bir işleve sahip olacağı kesin gözükmektedir.
Bu saldırının ülkemizdeki gerilimli sürecin, kutuplaştırıcı politikaların, şeytanlaştırıcı, marjinalize edici söylemlerin, adeta hortlayarak kendisini hatırlatan can yakıcı çatışma sürecinin ve Ortadoğu’da özellikle Suriye’de gittikçe derinleşen iç savaşın zaruri bir neticesi olduğunu tekrar hatırlatma ihtiyacı hissediyoruz. Toplumumuz art arda gerçekleşen ölüm ve katliam vakalarıyla sarsılmaktadır. Ülkemiz içinde bulunduğumuz günlerde nefretin, savaşın, kan ve barutun yaygınlaşmasıyla karanlık bir çukura sürüklenmektedir.
Bu çukurdan çıkmak ve benzeri saldırılarla karşı karşıya kalmamak için gerilimin düşürülmesi ve gerek Kürt Meselesi’nde gerek de Ortadoğu’da uzlaşı ve barış politikalarının ön plana çıkarılması ertelenemez bir gereklilik olduğunu ifade etmek istiyoruz. Siyaset dilinin acilen yumuşatılması, ayrıştırıcı değil birleştirici bir şekle evrilmesi hayati önem taşımaktadır. Başbakan Davutoğlu’nun yıllar önceki tanımıyla, Türkiye’nin ve siyasilerin misyonu yanan ateşleri harlamak değil ulusal ve bölgesel bağlamda ‘itfaiyecilik’ yaparak bu ateşleri söndürmeye çalışmaktır. Aksi takdirde ateş parçalarının ocaklarımıza düşmesi, hepimizin evini barkını yakıp kül etmesi kaçınılmaz olacaktır.
Kendinden olmayanın acısına ortak olmak onu paylaşmak insanca ve erdemli bir tavırdır. Merhamet duygusunu yitirmiş toplumların akıbeti hayra çıkmaz. Rasulullah (SAV)’ın buyurduğu üzere “Allah, ancak merhametli kullarına rahmet eder.“(Buhari, Müslim)
Bu elim saldırıda hayatlarını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Bu acının hepimizin acısı olduğunu ifade ederken bir daha böyle acıların yaşanmamasını Allah’tan niyaz ediyoruz.
Salih Çetin
MAZLUMDER Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi