Hrant’ı kaçıncı sayfada vurdunuz?
Tetiği çeken parmak bir tane olabilir; ama bu bir cinayetin her zaman tek kişi tarafından gerçekleştirildiğinin delili sayılamaz. Ve bazen cinayet, kirli bir şebeke tarafından işlenmişse dahi; sorumluluk o şebekeyle sınırlı kalmaz. Bu sebeple Hrant Dink, her ne kadar yargı diliyle ‘sanıkların örgüt faaliyeti çerçevesinde’ katledilmişse de; şahsi yargım, bu acı fotoğrafın sadece bir örgütle kesinlikle çerçevelenemeyeceğidir.
Meseleyi failler silsilesiyle sınırlı tutmuyorum, işaret etmek istediğim husus, aslında dinlerken hepimizin içinde bir ağıta dönüşen Rakel Dink’in veda konuşmasındaki iki cümlede saklı. O cümleler; benim için ülkemizdeki eğitim anlayışına getirilebilecek eleştirilerin en can alıcı noktasını içeriyordu:
“Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim…”
Ve o gün Rakel Dink, konuşmasına “kardeşlerim” diyerek devam ettiğinde, sevdiğim şair Cahit Zarifoğlu’nun “Kardeşim dedim/acılarıma da kardeş olur musun” dizeleri ete kemiğe bürünüp, acıyla yoğrulmuş bir halde karşımda duruyordu…
Sanıyorum aradan geçen yedi yıllık zaman zarfında, hâlâ temel konularda pek fazla yol alamadıysak, bunda ‘bir bebekten bir katil yaratan karanlığı’ yeterince sorgulamamamızın ciddi payı olsa gerek.Bu sorgulama her açından yapılabilir tabi ki, ama ben burada milli eğitim ideolojisini, o günkü konuşmasında “yüreğin pedagojisi” ile esastan eleştirmiş olan Rakel Dink’in çağrısının eğitim sistemindeki karşılığıyla sınırlı tutmak istiyorum; çünkü o karanlığın çocuklarımızın üzerinde dolanmaya ve belki de kendisine ilerisi için ‘tetik çekecek yeni parmaklar’ aramaya devam etmesinden çekiniyorum.
Sanırım bu kaygıyı, eğitim sistemiyle ilgili çok şeyin değiştiği bir vasatta paylaşmam ayrı bir anlam taşıyacak. Belki de böylece, o kadar çok değişiklikten sonra nasıl her şeyin yine de nasıl aynı kalabileceği ihtimalini sorgulamak için geç kalmamamız gerektiğini hatırlatmış olabilirim. Çünkü son dönemde eğitimde yapılan değişikliklerin kamuoyunda yarattığı imaj ile o imajın denk geldiği gerçeklik arasında bir uyuşmazlık bulunduğunu düşünüyorum.
Kıyafetleri serbest bırakan anlayışın, zihinleri ise hâlâ rehin tuttuğunu savunuyorum.
Haliyle, bir çocuğun o çok renkli hayal ve anlam dünyasını alıp, bürokratik bir otoriterliğin içinde renksizleştiren, ruhsuzlaştıran ve betonlaştıran milli eğitim ideolojisini sorgulamadan, ben de “hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim” diyorum.
Ne demek istediğimi, bağlam içinde önemli bulduğum birkaç örnekle somutlaştırayım.
Talim Terbiye Kurulu’nun sitesinden erişebileceğiniz öğretim programları –çok daha geniş değerlendirmeleri hak ediyorlar- içerisinden yapacağım alıntılar, aynı zamanda tektipçi, ötekileştirici ve öteki kabul ettiğini aynı zamanda hiçleştiren mili eğitim anlayışının çocuklarımıza ‘kazanım’ adı altında hangi düşünce ve davranışları aşılamaya çalıştığını bir kez daha ortaya koyacak nitelikte…
8. sınıf T.C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük programının son ünitesindeki iki kazanıma bakalım:
“Türk Silahlı Kuvvetlerinin önemini ve görevlerini kavrar. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine yönelik iç ve dış tehditlere karşı korunması konusunda duyarlı olur.” Peki, bu kazanımların sağlanması için hangi öngörülen etkinlikler neler? “Kışlayı Gezelim” Türk Silahlı Kuvvetlerini tanımak amacıyla en yakın askerî birliğe tanıtım amaçlı bir gezi düzenlenir ya da ilgili bir tanıtım filmi izlenir.) “Ermeni Sorunu” (Ermeni Sorunu ile ilgili belgesel film izlenir.)”
Kışla gezilerini merak edenler, Taraf’ın 12 Mayıs 2011 tarihli nüshasında, “Ali bak bu mitralyöz” manşetiyle verdiği haberi bulup öğrenebilirler. Ve yine “Sarı Gelin” belgeseliyle ilgili tartışmaları araştırabilirler.
Mezkur kazanımların açıklamaları ise programda şöyle yapılıyor:
“Türk – Ermeni ilişkilerinin tarihsel gelişimi, 1915 Olayları ve bu olaylara ilişkin Ermeni iddiaları, terörizm, misyonerlik faaliyetleri, irtica, bölücülük konuları ele alınacaktır.”
Sanıyorum, bir taşla kuş katliamının nasıl yapılabileceği bu kazanımda ifadesini buluyor.
2011 yılında yürürlüğe giren 10. sınıf tarih öğretim programı incelendiğinde ise “Ermeniler, Yunan-Pontus ve Süryaniler ile İlgili Konular”a özel bir önem verildiği görülüyor. Artık burada örtük program yerini çok daha açık bir endoktrinasyona bırakıyor ve tek taraflı resmi tarih tezleri, en ince detayına kadar anlatılıyor. Böylece gençlerden sadece “Ermenilerin asılsız soykırım iddialarını kavrayabilme”leri değil, “Ermeni terör örgütü ASALA’nın cinayetlerinin amacını açıklama”ya varana kadar birçok tek boyutlu düşünce ve davranışı kazanmaları bekleniyor.Örnekler çoğaltılabilir ama ana fikir aynı.
O halde, eğitim sisteminin dış görünüşündeki onca değişikliğe rağmen, mezkûr amaçlarda ifadesini bulan düşüncelerin, bugün hâlâ eğitim sisteminin bütünsel aklında önemli bir yer tuttuğunu görünce, geriye konumuzla ilgili cevabını arayan tek bir soru kalıyor:
Hrant Dink’i bu öğretim programlarının, bu ders kitaplarının kaçıncı sayfasında vurdunuz?
BEYTULLAH ÖNCE
EĞİTİM İLKE-SEN MYK ÜYESİ