Tektipleştiren Eğitim Sistemi Tartışıldı
Eğitimdeki devlet tekeline son vererek, toplumun kendi alternatiflerini geliştirebilmesinin önünü açmak amacıyla başlatılan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu Kaldırılsın” kampanyası kapsamında yasanın tartışıldığı “Tektipleştiren Eğitime Hayır” paneli düzenlendi.
Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi Topkapı Yerleşkesi’nde, 3 Mart Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabul yıldönümü dolayısıyla gerçekleştirilen ve MAZLUMDER’in şube başkanları ile GYK üyelerinin de katıldığı panel MAZLUMDER Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal’ın açılış konuşması ile başladı.
Ünsal, eğitimin devletlerin toplumları şekillendirmek için kullandıkları en önemli enstrümanlardan biri olduğunu vurgulayarak başladığı konuşmasında “Özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra tektipleştirilmiş eğitim, siyasal iktidarların ihtiyaç duyduğu vatandaşı ve bu üretim süreçlerinin gerek duyduğu ara elamanları üretmek üzere bu sistemin kullandığı en önemli araçlardan biri oldu” dedi.
Daha sonra EĞİTİM İLKE-SEN MYK üyesi ve MAZLUMDER GYK Üyesi Beytullah Önce “Tevhid-i Tedrisat Kanunu Kaldırılsın” kampanyası ile ilgili kısa bir bilgilendirme yaptı.
Kişinin toplumsallaşması sürecinde kalıcı izler bırakan eğitimin zorunlu tutulmasının ve eğitim-öğretim süreçlerinin şekillendirilmesi konusunda kendisine herhangi bir tercih hakkı verilmemesinin temel bir insan hakkı meselesi olduğunu söyleyen Önce konuşmasına şöyle devam etti:
“Son yıllarda, Milli Eğitim sisteminde yapılan birçok reforma rağmen, eğitimin ideolojik özünün, eğitimdeki egemen aklın değişmediğini gözlemliyoruz. İşte bu sebeple MAZLUMDER olarak sorunun kaynağındaki zihniyeti ve bu zihniyetin somutlaştığı kanunların kaldırılmasını öncelikli bir amaç kabul ediyoruz. Tevhid-i Tedrisat Kanununun kaldırılmasını isterken doğrudan bir çözüm modeli sunmuyoruz. Böylece devletin tektipçiliğini eleştirirken tek bir çözümü de dayatmamış oluyoruz. Fakat bu kanun tartışıldığında, kaldırıldığında, herkesin ihtiyaçlarına göre farklı modelleri geliştirebilecekleri ve uygulayabilecekleri bir zemine kavuşmuş olacağımızı biliyoruz.
Dün Meclis’te görüşülen ‘Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’na ait 13 maddeden biri olan şu maddeye dikkatinizi çekmek istiyorum: ‘Her ne ad altında olursa olsun, eğitim ve öğretim sunmak amacıyla yürütülen faaliyetler Bakanlığın izin ve denetimine tabidir. Bu faaliyetleri yürütenler özel öğretim kurumları için bu Kanunda öngörülen kurallara uymakla yükümlüdür’.
Bu madde, eğitim sisteminde Tevhid-i Tedrisat ruhunun ne kadar diri tutulduğunu gösteren somut ve güncel bir gelişme olmuştur. Son derece geniş yorumlara müsait olan ve ülkemizde genelde devlet lehine ve toplum aleyhine yorumlanacağı rahatlıkla anlaşılabilecek bu kanun maddesi, sivil toplumun sunabileceği farklı eğitim-öğretim faaliyetlerinin dahi bakanlığın iznine mecbur bırakılması gibi son derece yanlış sonuçlara dayanak oluşturacak niteliktedir.”
Beytullah Önce’nin konuşmasının ardından panel MAZLUMDER GYK Üyesi Adem Çaylak’ın moderatörlüğünde başladı.
İlk olarak konuşan Eğitimci-Yazar Ufuk Coşkun 1920’li-30’lu yılların bilhassa Almanya, İtalya, Sovyetler Birliği ve Türkiye gibi ülkelerde tek bir kişi ya da parti marifetiyle hayatın tüm alanlarında hakimiyet kurulmaya çalışılan yıllar olduğunu söyleyerek “Ulus devletçi sistemler tek bir ırktan, renkten, mezhepten ve dilden müteşekkil yeni bir toplum oluşturma amacı güdüyorlardı. Bunun için de önce bir lider kültü oluşturmak gerekiyordu. Bu liderin ideolojisinin toplumun bütün kesimlerince içselleştirilmesini hedefliyorlardı. Bunun için en iyi mekanizma ise eğitimdi. Bu yüzden eğitim ile ideoloji arasında sıkı bir işbirliği vardır. Türkiye’de Tevhid-i Tedrisat’ın temelleri 1921 Maarif Kongresi’nde atılıyor. Atatürk orada 180 kişilik bir heyete yeni eğitim sisteminin çerçevesini çiziyor ve milli eğitim terbiyesinden bahsediyor. Orada alınan kararlar Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanıyor ve yankı uyandırıyor. 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu bir eğitim reformu değil siyasi reformdur. Ulusalcı, Kemalist, laik ve milliyetçi bir nesil yetiştirmek için yapılmıştır. Diğer yapılacak şapka, harf vs. gibi inkılaplara da bu kanun ile zemin hazırlanmak istenmişti. Türk ırkının üstünlüğüne iman edecek nesiller yetiştirmek istediler. İsmet İnönü de bu dönemde öğretmenlere yaptığı bir konuşmada ‘Dini değil milli terbiye istiyoruz!’ diyor ve 1926 yılında Samsun Milletvekili Ruşeni Barkın’a ‘Benim dinim ulusalcılıktır’ adlı bir kitap yazdırılıyor.” Coşkun konuşmasının sonunda, Tevhid-i Tedrisat’ın miadını doldurduğunu, bir önceki yüzyıla ait hedefleri ve zihniyeti olan bir eğitim anlayışı ile geleceğin inşa edilemeyeceğini belirtti.
Coşkun’un ardından Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Akademisyenlerinden ve SETA’dan Zafer Çelik sunumunu gerçekleştirdi. Çelik konuşmasında şunları söyledi: “Sorunun kaynağı Tevhid-i Tedrisat’tan ziyade anayasanın ta kendisidir. Anayasanın 42. Maddesi, 222 sayılı ilköğretim ve eğitim kanunu, keza dün kabul edilen tasarının 10. Maddesi olan eğitim-öğretim ile ilgili tüm çalışmaların bakanlığın kontrolünde ve izniyle yapılmasını öngören maddedir. Dün kabul edilen ucu açık bu madde ile belki şuan burada yaptığımız gibi çalışmalara da müdahale edilecek. Biz aslında Tevhid-i Tedrisatın benzeri ve tekrarı sayılabilecek bir kanunu 2006 yılında 5450 sayılı kanunla çıkartmışız.” Zafer Çelik, Türk eğitim sisteminin askeri darbeler sonrasında kurulmuş olan bir sistem olduğunu ifade ederek “Revizeler de yine askeri dönemlerde yapılmıştır. Ben eğitim ile ilgili en sınırlayıcı maddenin anayasanın 42. Maddesi olduğunu düşünüyorum. Bu madde şunu söylüyor: ‘Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında eğitim yapılır. Esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz’. Farklılıklara, çeşitliklere izin vermeyen yapının kaynağı anayasanın ta kendisidir. Daha garabet olan ise Yükseköğretimi düzenleyen kanundur. Amaçların A fıkrası şudur: ‘Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, Atatürk milliyetçiliğine bağlı..’ diye devam eder, gerisini artık siz düşünün. Yükseköğretimin asıl amacı olan hür ve bilimsel düşünce üretmek ise bu kanunda 5. Sırada yer alır” dedi.
Özgür Eğitim-Sen MYK Üyesi Ali Aydın ise Türkiye’de ideolojik farklılıkların bazı konularda bir nitelik farkı yaratmadığını ve eğitimin de bunlardan biri olduğunu söyleyerek başladığı konuşmasına şöyle devam etti: “Eğitim konusu hiçbir zaman masum bir konu olarak karşımıza çıkmadı. Bizim canımızı yakan kısmı ise modern eğitimin kendisidir. Tevhid-i Tedrisat’ın dayandığı bir anlayış var. Dönemin pozitivist anlayışı, aydınlanma felsefesi ve modernliğin alaşımıyla oluşturulmuş bir anlayış. Modernlikle birlikte temel bir görüş çıkıyor; ‘Biz doğaya da topluma da müdahale edebiliriz, hükmedebiliriz ve onları şekillendirebiliriz’. Bunu yaparken de ideolojilere dayanılır. Modern eğitim kurumları da iki temel gaye ile inşa edildi; Birincisi devlete kul olacak vatandaş yetiştirmek, ikincisi ise kapitalizmin, sanayi toplumunun gerektirdiği iş gücünü sağlamak. Devlet eğitimi tekeline alırken aynı zamanda bilgiyi de tekeline alıyor, onu üretiyor ve eğitim yoluyla aktarıyor. Ama bugün yeni bir sosyoloji var, bilginin kendisinde, üretiminde ve aktarımında bir değişim-dönüşüm var, modernlik sorgulanıyor, yeryüzü cenneti vaadi tutmadı, modernliğin hedefleri olmadı, ulus devlet hastalıklı bir şey üretti, devlet-toplum ilişkisini, siyaseti, insanı, hatta dini bile yeniden tartışıyoruz. Din alanında bile ne kadar fazla yorum farkı vardır. Oysaki bunlar bir bilgi üzerinden tekel kurarak bunu hakikat olarak kodlayıp topluma bir biçim vermeye çalışıyorlar.”
Son olarak MAZLUMDER Genel Başkan Yardımcısı Arif Koçer konuştu. Tarihin bütün dönemlerinde her iktidarın kendini eğitim ile meşrulaştırmaya çalıştığını belirten Koçer, eğitimde ilk önce tektipçi yapının değişmesi gerektiğini belirtti. Koçer; “Mustafa Kemal 1923 yılında Adana Türkocağı’ndaki konuşmasında şunu söyler: ‘Biz milletimizi yek pare bir çelik kütlesi haline getirmek için eğitim yapıyoruz’, yani kurşun asker yetiştirmek. Tevhid-i Tedrisat ile bu ülkü kurumsallaştırılmıştır. 1924 yılında 18.000 medrese öğrencisinin Milli Eğitim’e bağlı okullara geçmesi sağlanıyor. O tarihten bugüne kadar Talim Terbiye Kurulu’nun onayını almamış hiçbir kitap devlet okullarında hatta özel okullarda okutulamaz. Aslında şuan özel okul diye bir okul yoktur. Maaşını özel sermayeden alan okul vardır. Bütün okullar devlet okuludur, devletin saptadığı eğitim sistemi, kitapları, müfredatı kullanılmaktadır. Devlet bir hizmet aygıtıdır, ebeveynlerin taleplerini yok sayarak hareket edemez” dedi.
Panel, katılımcıların sorularının cevaplandırılması ile son buldu.