Çocuk Ruhunu Ölüme Sürükleyen Eğitim Sistemi
Çoğu zaman çok önemli meseleler, aktüel politik gündemin gerisinde kalıyor.
Politik gürültünün içinde asıl işitilmesi gereken seslere kulak verilmiyor.
Üzerinde günlerce düşünüp, uzun uzun konuşmamız gereken meselelere, haber bültenlerinde kısaca değiniliyor ya da manşet olması gereken haberler, üçüncü sayfadan verilip geçiliyor.
13 yaşındaki bir kız çocuğunun, TEOG sınavından düşük puan aldığını öğrenip, gece gizlice banyoya giderek, kendisini bornoz kemeriyle kalorifer borusuna asması böyle bir haberdi mesela.
Düşünebiliyor musunuz, küçücük bir çocuk o masum canına kıyabildi bir sınav yüzünden.
Peki ya, yine 13 yaşında başka bir erkek çocuğunun karnesinde zayıf not alacağını öğrendiğinde, akşam ailesiyle son yemeği yedikten sonra odasına çekilmesi ve sonrasında kendisini kalorifer borusuna iple asmasına ne demeli?
İnanabiliyor musunuz, küçücük bir çocuk o masum canına kıyabildi bir karne yüzünden.
Çocuklarımıza ne yapıldığının farkında mıyız?
Çocuklarımıza ne yaptığımızın farkında mıyız?
Keşke bu sorulara “evet” diyebilseydim gönül rahatlığıyla ama farkında değiliz ne yazık ki…
Ateş düştüğü yeri yakıyor, evlat acısını yaşayan veliler pişmanlıkla sarsılıyor ama bu durum, geride kalanlar için bir meseleye dönüşmüyor, bir sorun teşkil etmiyor.
Öyle ya, ne Bursa’da TEOG sınavı yüzünden, ne Kayseri’de karnesindeki zayıf yüzünden o tertemiz hayatlarına son veren o iki çocuk ilk sayılabilir.
Her yıl, her sınav sonrası benzer haberleri alıyor bu memleket.
Peki, ne değişiyor?
Hiçbir şey…
Eğitim sistemimiz, sınavsız sistemimiz çocuklarımızı ölüme sürükleyecek kadar tehlikeli bir hal almış vaziyette ve bu vaziyet, nedense gündem maddesi dahi olamıyor bu ülkede.
Dahası, bu sorunun düzeltilmesi yerine sorunu daha da büyütecek eğitim politikaları hız kesmeden sürdürülüyor.
Eğitim sistemine her yıl artan bir oranda rekabetçi anlayış hükmediyor.
Bu durum, Milli Eğitim Bakanlığı’nın görev tanımından başlayarak en alt birimlere kadar sirayet etmiş durumda.
Rekabet, rekabet, rekabet…
Bütün öğrenme, öğretmen ve ders geçme, sınıf geçme, sınav mantığı bu anlayış üzerine bina ediliyor.
Öğrenciler, bu acımasız yaklaşımın esaretine düşürülüyor.
Deniyordu ki, mevcut sorun dershanelerden kaynaklanıyor.
Oysa dershaneler, sorunun kaynağı değil bir sonucuydu.
Nitekim dershanelerin önemli oranda kapatılmasıyla bahsettiğimiz sorunun bitmediği görülmüş oldu.
Dershaneler kapatılmasına kapatıldı ama eğitime hakim olan çarpık anlayış değişmediği için, bu kez de okullar dershaneye dönüştürüldü.
Zaten hafta içi yeterince yoğun ders saatlerine maruz kalan öğrenciler, hafta sonları da tekrar okullara alınmaya başladı.
Yedi gün boyunca, saatlerce okul duvarları arasına sıkıştırılan hayatlar…
En güzel çağların, ruhsuz mekanlarda, saçma sapan bir eğitim sisteminde harcanması…
Çocukların oyunla, arkadaşlıkla, insaniyetle temas kuramayacak hale getirilmesi…
Ve sonucunda sanal bir hayatın oyununa, eğlencesine doğru sürüklenmesi…
Hayatın anlamsızlaşması ve çocukların anlamsızlık bataklığında çırpındıkça batması…
Ve sanal bir hayatın, sınav baskısının gerçekliği altında ezildikçe ezilmesi ve sonucunda bu anlamsızlık bunalımın uyuşturucudan, intihara varana kadar geniş bir yelpazede birbirinden kötü sonuçlar vermesi…
Durumun nasıl vehamet arz ettiğini gerçekten görmüyor musunuz?
Çocuklarımızın, en kıymetlilerimizin ellerimizden alınıp, bu şekilde çocuk ruhlarının öldürülmesine, hayatlarının anlamsızlaştırılmasına ve hepsinin eğitim sisteminden bir şekilde yaralı ruhlar olarak çıkmasına gönlünüz razı mı gerçekten?